Aylin 36 yaşında Özel Şirket Müdürü
23 yaşında evlendim. Eşim kibar, yumuşak huylu, dürüst iyi bir adamdı fakat karar alma ve uygulayama becerisi zayıf, ailesinin uyumunda ve güdümünde olduğu için anlaşamadık... Aramızda kültür farkı da vardı. Biz daha aydın, onlar daha gelenekçi idi... Çoğunlukla her şeyi ben planlar, becerirdim. Evliliğimde kendimi kadın gibi onu da erkek gibi hissedemiyordum... Sonuçta ayrıldık, boşanma sırasında ailesinin psikolojik şiddetine maruz kaldığım bir süreç de oldu...
Daha sonra karşılaştığım ve tanıştığım adam güçlü bir karakterdi. İşinde ve Sosyal hayatında oldukça özgüveni yüksek, ne istediğini bilen, karşı cinste doğallığı önemsediğini defalarca vurgulayan, sempatik ve mütevazı kişiliği, her gün saat başı arayıp yarı arkadaş yarı flörtöz konuşmaları ile ve ciddi bir uğraş vererek benim hayatıma girmeyi başardı. "Hiç bir ilişkiye hazır değilim derken bunu nasıl başardın"? Diye sorduğumda sıcacık gülümser, alnımdan öper ve "işim bu" derdi. İlişkimiz biraz ilerleyince "bu adam bu kadar sıcak davranıyor, ben de sıcak davranayım ve karşılığını sevgimi gösteren jestlerle vereyim" dedim. İşte ne olduysa ondan sonra oldu şimdi düşününce anlıyorum. O adam gitti yerine beni ince ince aşağılayan, yaptığım her şeyde bir kusur bulan, bana değer vermediğini gösteren davranışlarda bulunan biri geldi. Soruyordum "Ne oldu sana, beni artık beğenmiyor musun? Değişmemi mi istiyorsun? Ama sen beni böyle sevmedin mi?..." Çoğunlukla cevap yok! Yanıt verse bile azarlayan ve aşağılayan ifadelerle "benim tek işim sen misin? Çalışıyorum... Bu hafta çok yoğunum... Sen takıntılısın..." Aradığım çoğu zaman açılmayan telefonlar...
Vaka Ön Tanı: Narsist şiddeti
Narsist şiddeti psikolojik şiddetin en esaslı şiddet türünü oluşturmaktadır ve çok tipiktir.
Narsist hayatında yer almak istediği kişiyi tüm beceri ve kurları ile kuşatır... Yerinden ve kadrosunun kendisine sağladığı psikososyal avantajlardan emin olduktan sonra hayatındaki kişiye "ben senden daha özel ve değerliyim" mesajını çok çeşitli yöntemlerle vermeye başlar. Buradaki narsist bazen kadın eş, bazen erkek eş, bazen anne, baba, karşı tarafın köken ailesi... herkes olabilir.
Karşı cins ilişkilerinde narsist kişi, kendisine sağlanan duygusal ve sosyal konforu elde ettikten sonra portföyüne yeni hayranlar almak üzere yeni yolculuklara çıkacaktır. Bu durumda kazanılan partner tarafından "Çok değişti... Benden soğudu neden anlamıyorum? Neler oluyor? Artık onun için önemli ve değerli değilim..." sorgulaması yapılmasına neden olacaktır.
İnsanı dramatik ya da trajik bir senaryonun başrol oyuncusu yapan yalnızlık, değersizlik duygusu ve endişedir. Bazen ne talihsizliktir ki, duygusal bağlanmanın en güvenli olması gereken alan olan ailesi hissettirir kişiye değersizlik duygusunu. Bazen kültürel direnç çoğu coğrafyalarda değerlilik ve benlik duygusunun gelişmesine izin vermez.
Hikaye ve kahramanı hakkında "bu defa çok farklı ama..."duygusu yaşatsa da, hikâyenin sonu bir önceki sonun duygu ve sorgu durumuna çıkarır başrolü.
Ne çok istek... Ne çok özlem... Ne çok yoksunluk... Ne çok kültürel ve genetik aktarım... Ne çok sevilme gereksinimi... Ne çok umursanmak ihtiyacı... Ne çok cinsel onaylanma gereksinimi var. Bu dramatik ve bazen trajik senaryonun baş rolü olmaktan sorumlu kim bilir?
Bunu fark etmediği sürece kişi aynı ya da benzer patolojik ilişkiler olgusunun başrolünü üstlenen olma gerçeği ile karşı karşıya kalmaya devam edecektir. Üstelik çoğu zaman gerçeği değerlendirme yetisinin de bozulmaya başlaması çok olağan gibi görünse de, kendisi ile çeliştiğini fark ettiğinde bir de kendilik değeri sorunsalı onu depresif yapacaktır.
Narsist şiddeti dışında, bir realite de var ki o da, pek çok ilişkinin dramatik / trajik boyutunun cicim ayları bitince başlamasıdır. Cicim ayları diye ifade edilen dönem tamamen gerçektir aslında. Orada yaşanılan ve hissedilen duygulanım hormonların aktivasyonu ile olmaktadır. Bu duygulanımdan sorumlu başlıca hormonlar dopamin ve oksitosin olmakla birlikte bu hormonlar, beraberinde birçok nörotransmitterin salgılanmasını tetikleyen bir süreç başlatır. Bu sürecin hormonal etki alan yoğunluğunun 6 ay ila 1-1,5 yıl devam ettiği biliniyor ve kişinin sanki bir uyarıcı madde almış gibi, ayakları yerden kesilip, nabzının hızlandığı, mutluluktan (değil aslında hazdan! Dopamin etkisi ile) uçtuğu hissi doğrudur. Henüz ilişkide fazla yol katedilmemiş olması ve zamanın getirdiği baş edilmesi gereken etkenlerle karşılaşılmamış olması da dejenere olmanın yansıttığı yıpranmaları hissettirmediğinden, fanteziler içinde kaybolur gider hikâyenin başrol kahramanı. Bu aşama ilişkinin, daha sonraları genellikle hep özlenen ve hep geri gidilmek istenen yeridir.
Hikâyenin dramatik/trajik kısmı ise genellikle hormonların patlattığı cicim aylarından sonra başlar.
Eninde sonunda enerji değişmeye başlar (hormonlar fabrika ayarlarına geri döner).
Narsist şiddetinde ise bu aşamada kadının hissettikleri ve kadına hissettirilen farklıdır.
Kadın adamın değişmeye başladığını gözlemler. İçinde bulunduğu duygu durumunu ve kendisine hissettirileni bazen ani bir karanlık, bazen de ağrılı bir yürek sızısı bazen ufalanan hayallerin kırıklığı çoğunlukla da değersizlik duygusu olarak hisseder ve tanımlar. Kimi zaman da kapısını hunharca kırıp içeri giren adamın ayak sesleriyle irkilir. Düşünür kadın!
Öyle ki, normalde kendisinin bilinçsizce otomatik olarak koymuş olduğu sınırı aşarak kapısını cüretkarca kırmış ve alanına girmiş, kadının hayatına monte olmuş adama ne oldu da birden değişti? (en azından öyle görünüyordu!) Kadın bu cüreti sevgi ile ilişkilendirmişti oysaki.
Bir vaka çalışmamda kendisini kıskanan, sahiplenen adamın duygularının gerçekliğini sorgulamaya başlayan kadın; "sen benimsin ben de senin’' kılıcını tepesinde görüyor ama bunun nasıl olduğunu, buralara nasıl geldiğini fark etmediğini söylüyordu. Marifet ehlinin bir narsist olduğunu bilmeden ve aynı zamanda hayal kırıklığına uğramadan, o kapıyı öylece kırıp kendinde bunu hak gören cürete nasıl izin verdiğini sorgulamaktır!
Bulduğunu düşündüğü ten uyumunu! Bulduğunu düşündüğü ruh eşini! Bulduğunu düşündüğü kendini kadın olarak hissettiren adamı! kaybettiğini gördüğü an her şeyin bittiğini düşünen kadın bilmez ki aslında sadece bir erkek değildi kaybettiği! Çocukluğunda karşılanmayan ihtiyaçlarını da projekte ettiği beklentisel duygusal dinamikler deposuydu kaybettiği. Hormonal bir sürece ne çok anlam yükledi ve bu süreçte gerçekten bu anlamların karşılık göreceğine de inandı. İnanmamak zor tabi, her şeyin bu kadar sıcacık ve mükemmelliğinde öyle değil mi?
Daha sonraları kendilik değerini ve hatta kendini yok etmeye çalışan bu adamdan ayrılamamasının nedeni gerçekten sevgi midir? Yalnızlık korkusu mudur? Alışkanlık mıdır? Yoksa kendi anormalini normalleştiren zihninin kendisine bir oyunu mudur? Ya da gerçekten ruh eşi olması mıdır?
Aşka acı bulaşır mutlak. Çünkü romantik aşk gizemle beslenir ve incelendiğinde ufalanmış bir toz şeklinde dağılır. Sağlıklı olanı ise, bir ilişkinin içinde kişinin her evrede kendisini iyi hissedebilme halidir.
Sağlıksız ilişkiler örüntüsü incelendiğinde özellikle şiddete maruz kalan tarafın bir süre de olsa karşılıklı bağımlılığa davetiye çıkarmış olduğunu fark etmediğini gözlemleyebiliyorsunuz. Bunu fark edebilmekle başlayan terapötik yolculuk, bağımlılıktan önce kişinin hangi gereksinimlerle neye ne kadar izin verdiğini, nelerden özgürleşemediğini anlayabilmesine kadar gidiyor.
Özgürlük tabi ki de insanın kendi seçimlerinden, eylemlerinden, kendi yaşam durumundan sorumlu olmayı anlatan terim olsa da, özgürlük insanın sadece yaşam seçimlerinin sorumluluğunu üstlenmesini gerektirmekle kalmaz, aynı zamanda değişimin iradeye dayalı bir eylem olduğunun da kabul edilmesini ifade eder. Ancak iradenin efektifliği, günün sonunda kendilik değerinin güçlülüğü ile çalışacaktır.
Bu durumda şiddetin başlangıç noktası sanki kişinin kendine nelerin yapılmasına hangi yöntemlerle, hangi doğrularla, hangi yanlışlarla, bilinçli ya da bilinçsiz izin verdiği ile ilgilidir. Böylece şiddeti uygulayan mıdır şiddet ehli, uygulatan mı?
İnsanın en acımasızca hırpaladığı, en saygısız, en sevgisiz olduğu kişinin yine kendisi olduğu gerçeğiyle yüzleştiği yerin zorlu bir coğrafya olduğunu düşünmüşümdür her zaman.Üşütür orası ve hatta bazen dondurucu bile olabilir kendi şiddetine maruz kaldığı alan. Bu zorlu coğrafyada, sıcacık bir kahve eşliğinde farkındalıklı bir yüzleşme ise üşütmeyecek, belki de sıcak yumuşak bir örtü etkisi ile üzerine alıp, rehabilite edecektir insanı... Kim bilir? Sevgimle...
Uzm. Klinik Psikolog, Aile Danışmanı, Sosyolog Betül Uysal